27 Temmuz 2007 Cuma

anneler uyur mu?

annemi hatırladım.

zavallı bir kadındı annem. yaşamaya çok az gerekçesi vardı ve belki ölmekten çok korktuğu için, bu nedenlere sımsıkı sarılmıştı: uzun kış gecelerinde sabaha dek uyumadan örüp örüp evin her tarafına serpiştirdiği dantelli örtüleri, beş çayları için yapabildiği tek pasta çeşidi olan örgülü pastaları ve biz; ben ve kız kardeşim şeker.

evimiz, kenar mahallelerden birinde ucuza kapılmış bir arsaya kurulu, gecekondudan bozma bir evdi. içerde bir tek musluğu vardı, mutfak musluğuydu bu. tuvalet ve banyosu dışardaydı. odaları küçük pencereli ve günün her saatinde karanlıktı. ben ve şeker için en büyük hayal, kocaman pencereleri olan ve merdivenli bir evdi. bir köşesi hep dantelle kapalı siyah beyaz televizyonumuzdan gördüğümüz, şeklini aklımıza özenle kazıdığımız merdivenli bir ev. ama uzaktı bize, yaz akşamları, kış akşamları... bir çaresizlik, umutsuzluk, el kol bağlayan bir hava üzerimize inatla kapanır, o çocuk yaşımızda bile beni ve kız kardeşimi canımızdan bezdirirdi. annemse, bitmek tükenmek bilmeyen bir sevgi ve şefkatle, evimizi, beni ve şeker'i kucaklar, sarıp sarmalardı.

bir de babamız vardı, çünkü o zamanlar herkesin bir babası olmak zorundaydı. ama onu hep sonlara doğru hatırlardık. kamyonunu yükleyip çıktığı o uzun yolculuklarından sonra bir aralık döner, şöyle bir uğramış gibi davranır ve ertesi gün, en geç de bir sonraki gün yeniden çıkar giderdi. babam bizimle olduğu zamanlarda en çok uyurdu. kamyon sürmekten bile daha iyi becerebildiği bir iş varsa o da uyumaktı. ben ve şeker, onun gelişlerinde evi kaplayan zorunlu sessizlikten nefret ederdik. gürültü yaptığımız bazı akşamlarda yatağından hınçla fırlayıp her birimizi duvara çaldığı anları hiç unutamadım. beni değil ama annemi ve şeker'i dövdüğünü hatırlayınca hala içim burkulur, boğazım düğümlenir.

evimizin sadece ön tarafında iki tane ağaç, bir kaç dal da annemin ektiği kadife ve gece sefaları vardı. ağaçlardan biri kirazdı ve her haziran ay'ı ben ve şeker için o ağacın etrafında geçerdi. şeker kiraz isteyince yok diyemezdim, onun bu isteğini bir kez olsun geri çevirdiğimi hatırlamıyorum. kiraz ağacımız ince gövdeli ve narin olduğu için kırılmasından çekinir, bu yüzden de bir solukta yanındaki genç kavağa tırmanırdım, şeker de ağacın altında küçük kırmızı gömleğini etek gibi açıp attığım kiraz tanelerini soluk soluğa yakalamaya çalışırdı; attığım her kirazla biraz daha şenlenir, bir yandan da o sonsuz tatlı diliyle "abi düşme, abi düşme" derdi. tabii ki hiç düşmezdim ve on onbeş güne kalmaz, ağacın kavağa bakan yüzü boşalırdı. diğer yüzündeki kirazlar ise bir türlü ulaşıp toplayamadığım için dallarında çürüyüp ağacın dibine bir bir düşerdi.

bazı kış gecelerinde annem, o ölümsüz kadın, ikimizi de odanın aynı köşesinde, sobanın yanıbaşında kucaklar, aklına gelenleri bıkmadan, usanmadan, uzun uzun anlatırdı. söylediklerini anlamak bizim için önemli değildi, bir yanında ben ve diğer yanında şeker, omzuna yaslanıp o huzur veren kokusunu derin derin soluyarak uyuyakalırdık. ikimiz için de bundan daha büyük bir mutluluk yoktu, dışarıda kopan fırtınalar, yağan yağmurlar, köpek havlamaları, kavga sesleri, hiçbiri ama hiçbiri ilgilendirmiyordu bizi. annemiz vardı, güçlü ve bizi her kötülükten koruyabilecek bir anneydi o. anneler uyur muydu hiç? o zamanlar uyumazdı anneler. biz uyurduk ama o uyumazdı, beklerdi. babamı mı beklerdi? hayır. o sorumsuz adamı bekleyen hiçbir göz bu kadar içten, bu kadar uzaklara bakamazdı. başka bir bekleyişti onun bekleyişi. ama yine de iyi niyetlerle düşünüyordum ben; annem de bizim heyecanla beklediğimiz o merdivenli evi bekliyor, bu saçma oyunumuza içinden ortak oluyordu.

her sabah bir sakin ve kimsesiz uyanışı vardı ki... beni ve şeker'i usulca, öperek kaldırır, özenle giyindirir ve bahçenin ortasına bırakırdı. her ama her sabah böyleydi, alışmıştık. ama bir sabah farklı oldu. gürültüler ve kalabalıklarla uyandık. gözümüzü açtığımızda odanın içi o zamana kadar en çok bir kere görmüş olduğumuz uzak akrabalarımız, komşularımız ve daha birçok tanımadığımız insanla doluydu. aralarında kaybolmuş annemin sadece yüzünü güçlükle görebilmiştim, ağlamıyordu ama kötüydü, gözleri boş bakıyordu. yine aynı uzağa bakıyordu ama boştu, alıştığımız o heyecan ve içtenlik yoktu bakışlarında. yoksa o hep baktığı ve bizim göremediğimiz uzaklarda kötü bir şeyler mi olmuştu? şeker korkusundan avuç kadar olmuş, bana sımsıkı sarılıp öylece kalmıştı. sonra odayı dolduran yabancı insanların arasından bir teyze elini uzattı, bir avuç kuru üzümü önümüze döküverdi. o kadın da ağlamak üzereydi, anlayamıyordum. ne ölümsüz annemin ne de bu ölü suratlı kadınların bakışlarından, hiçbir şey anlayamıyordum. çok geçmeden bir bağırtı ve küfür kıyameti patladı ve iki amcam odaya girip anneme koştular, onu öldüresiye dövmeye başladılar. kimse alamıyordu ellerinden, ben ve şeker korkumuzdan öylece kalmıştık, durmaksızın ağlıyorduk. bize üzüm veren yaşlı kadın, soğan kokulu elleriyle gözümüzü kapamıştı ama ince parmaklarının arasından annemin o hiç ağlamayan donuk gözlerini, kanlı dudaklarını seçebiliyordum. amcalarım gittikten bir süre sonra konuşulanlardan anladım; babam bir kaza geçirmişti, kafası ve elleri parçalanmış, tanınmayacak hale gelmişti. babam artık yoktu ama ben hiç ağlamıyordum. ölümü anlayabilecek bir yaşta mıydım? bilmiyorum. ancak, herkesin bir babası olmak zorunda değildi artık, bunu anlayabilecek bir yaştaydım. şeker'i ve annemi artık ben koruyacak, çocuk aklımla onlara ben bakacaktım.

babamın gidişini üçümüz de çok çabuk kanıksamıştık, biraz daha artan maddi sıkıntılar dışında hiçbir değişiklik olmamıştı hayatımızda. hatta kiraz ağacı bile çiçek açmaya, tomurcuk vermeye devam ediyordu. iki yıl geçti ve bu iki yıl içinde annemin bakışları hep öyle uzaklarda, hep öyle anlamsız kalmaya devam etti. bizi kış gecelerinde yine sarıp sarmalıyordu ama hiç anlatmıyor, hep susuyordu. biz yine uyuyorduk, o yine her zamanki gibi, hiç uyumuyordu. sonra, bir gece yine bizi yavrularını toplayan bir güvercin gibi iki kolunun altında topladı. artık alıştığımız gibi yine susarak, sessizce uyumamızı bekeleyecek diye düşünüyordum. ancak öyle olmadı, annemiz, o ölümsüz kadın, iki yıldan sonra yine aynı annemiz oluvermişti, anlatıyordu ve gözleri yine o iki yıl önceki güzel uzaklara, o merdivenli eve bakıyordu. şeker'in ve benim dünyaya geldiğimiz günlerden bahsetti. sonra daha da önceleri, babamla tanıştığı zamanları anlattı. ağladığını ve güldüğünü gördük. yine köpekler havladı dışarda, fırtınalar koptu. ben ve şeker, kendimizi onun kokusuna bırakarak, gözlerindeki o merdivenli eve bakarak yine uyuyakaldık. tam uyumak üzereyken düşünmüştüm, babam sabah gelecek miydi yoksa? bu kocaman iki yıl, sadece annemin kollarında uyurken gördüğüm bir rüya mıydı? yoksa şeker de mi aynı rüyayı görmüştü?

biraz sonra gözlerimi açtım. sabah olmuştu. annem, o ölümsüz annemiz, sırılsıklam yanakları ve kapanmamış gözleriyle geceki annemizin aynısıydı. şeker hâlâ uyuyordu. anne diye seslendim, ama bakmadı. sonra anne diye bağırdım ama yine bakmadı. sesim şeker'i uyandırmıştı ve uyanır uyanmaz anneme sessiz, hareketsiz gözleriyle bakmaya başlamıştı kız kardeşim. belki benden daha çocuk olan içgüdüleriyle anlamıştı, ilk defa uyuyordu annem. onun uyuduğunu ilk defa görmüştük. ölümü anlayacak yaşa hâlâ gelmemiş miydik? bilmiyorum. ancak annelerin de uyuyabileceğini anlayabilecek bir yaştaydık artık. gözlerine bakıyorduk, ağlayarak o merdivenli evin geniş salonunda bizi giyindirdiğini, öpüp kokladığını görüyorduk gözlerinde. o ilk defa uyuyordu ve rüyası kocamandı.

*bir uyazlıdan müthiş korkulduğu için bir an evvel yazılıp bitirilmiş bir yazıdır. bu nedenle hatalar mümkündür, affedilmelidir. gerçekten de çok korktum, çünkü beni döver o :)

3 yorum:

Mavisel dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Mavisel dedi ki...

Öncelikle aramıza hoşgeldiniz...
Anlatım tarzınız çok güzel, kaleminize sağlık...
Daha nice yazılarınızı okumak dileğiyle...

Pınar Özcanlı dedi ki...

Yazıyı okuyunca cidden içim burkuldu, resmen yine zamansızca ağlayasım geldi, bazı şeylerin gerçek olabilme ya da olma ihtimali acıtıyor beni. Yazı çok güzel, şeker güzel, anne güzel uyazlı. O kadar güzel ki; birkaç hatan vardı ilk okuyuşumda onları görmezlikten geldim. Yeni yazılarını okumak isteriz hep, hoş geldin.

eksikhece.com

Artık http://eksikhece.com 'dayız!!!