15 Temmuz 2007 Pazar

Gün Yine Kalabalık



Bulaşık suyu gibi hava… Bulutlar tehditkâr yağarım gürlerim durduramazsınız modunda. Rüzgâr çöpçülük edasında, tüm kirleri yalayıp yutmakta sonra da bir bir insanların yüzüne sürüp, dolaşmakta yaramaz bir çocuk gibi. İnsanlar git gide birbirine benziyor. Sürekli daha çok…

Bulaşık, bunaltı, bunalım…

Saç baş dağınık aynaya bakıyor Sezen. Aynanın yanında perdesiz kirli bir pencere, dışarıdaki dünyanın kirini üçle çarparak gösteriyor kendisine. Aynadaki görüntüsünden memnun değil Sezen. Çekmeceden tarağı alıyor, önce ıslatıp sonra saçlarını kırarak tarıyor. Saçlar kırıldıkça daha da elektrikleniyor. Oluşan düğümler koparılıp atılıyor. Saç yorgun. Yorgun saç bir atkuyruğunda sıkış tıkış oluveriyor. Yüze birkaç avuç soğuk suyla tazelik geliyor ama bu da havlunun kurulama göreviyle son buluyor. Sezen, üzerindeki gri eşofmanları bir kenara atıp, siyah etek ve kırmızı bluzunu giyiyor.

— Hayat güzel olmalı, olabilir mi?

Kadife oturma odası baştan sona; bordo kadife perdeler tavanı yere eğiyor sanki. Mürdüm eriği renginde kadifeyle kaplanmış koltuklar… Yün halının yasemin çiçeği motifleri solmuş… Siyah kolej ayakkabısını giyip, solandaki halıyı eze eze yürüyor Sezen. Tozu en çok sindiren koltuğa oturuyor. Odada bir şeyler değişmeye başladı ne de olsa bir insan “Günaydın” dedi sabaha. Uyanmayı uyumadan önce öğrenen bir insan göz gezdirdi odada ne de olsa. Odanın rahatı kaçtı. “İnsanlar hep uyumalı” dedi oda. “Hep uyumalılar çünkü insanlar yaşarken mutlu değiller. Uyurken ise en azından belli etmezler mutsuzluklarını, umutsuzluklarını.” Hem odalar temizlenmek istemezler, severler onlar örümceklerin dantellerini vücutlarında hâlbuki uyanık insanlar sevmezler ne pisliği ne örümcekleri.

— Odalar sever tüm örümcekleri, toz yığınlarını, ağır kokuyu, ölümü sever odalar. Çünkü kendileri yaparlar, yataklık ederler bunlara, gizlerler onları. Gizlemek genel yaşam prensipleridir odaların. Ne de olsa dört duvarlıdır odalar. Duvarları vardır onların.

“Korkutuyorsun beni” dedi Sezen odaya. “Korkutuyorsun, yaşamak için geldim ben bu dünyaya, diğer yaşama geçmek için öleceğim. Yaşamadan ölmemem ki… Buradan, dört kolunun arasından, çıkmadan yaşayamam ki… Kapılarının kilitleri ne zaman kırılacak? Korkutuyorsun beni!” diye bağırdı.

Mürdüm eriği rengindeki kadife perdenin tutunduğu kornişin köşesinde örümcek teyze ağır ağır dantelini örmeye başladı, arada bir “Hıh, korkuyormuş, biz korkmadık mı? Korkmadık mı sizin süpürge darbelerinizden, dantellerimi bertaraf etmenizden, bacaklarımızı kırmanızdan… Hıh, korkuyormuş, biz korkmadık mı…” diyerek söylendi.

Saat öğlen 2 dedi guguklu saat. Guguklu kuş yuvasından büyük bir zahmetle çıkıp lütfetmişti zamanı haber vermeyi. Eh, yaşlanmıştı ne de olsa, hakkı var, emekli olmalı artık. Oysa işe ilk başladığı günler ne de keyifliydi. Her saat başını iple çeker, küçük Sezen’in saatin altında her saat başını merakla beklediğini bilirdi. Kendini azıcık bir gösterip kendi dört duvarına kaçardı. En büyük keyifti gizlilik. “Duvar içinde duvarlar var burada” dedi Sezen “Guguklunun duvarı var, benim var, örümceğin de var.”
***

Saat sabah on elli dörttü. Saatçi Cemal sigarasını yakmış. Gazetesinin üçüncü sayfasında göz gezdiriyordu. “Üçüncü sayfalar boş sayfalar… Katil insanlar, öldürürler ama ölemezler… Ölen insanlar neredeler şimdi kim bilir…” Guguk fırlayıverdi saatten, günün on birinci saati içine girdiklerini herkese duyurmak için. Bir baktı ki o herkes sadece saatçi Cemal… Neden başkaları da bilmesin saatin on bir olduğunu? İçeriye Küçük Sezen ve annesi girdi. “İşte o anne, işte o! Guguklu saat!” Cemal gazeteyi katlayıp kaldırdı, sigarasını dudaklarının arasında sıkıştırarak saatin fiyatını söyledi, saati paketledi, Sezen’in eline verdi. Minik adımlar büyük bir gayretle büyük adımlara yetişmeye çalışıyordu dükkândan çıkarken… Cemal gazeteyi tekrar eline aldı “Dördüncü sayfalar, boş sayfalar… İnsanlar hep yazarlar ama okunmazlar… Okuyanlar kim bilir neredelerdir şimdi…”

Duvar kaşındı, matkapla delinirken hele de bu delik bir saat içindi; kızdı. Bir delikle tutundu saat duvara.

***

Bir delik açılıverdi gökyüzünde Sezen’in annesinin ölümüne dört dakika kala. “Duvarları sevmiyorum” dedi anne. Sezen duvara baktı o vakit, annesinin gözlerini diktiği duvara. “Guguklu saate bak o zaman anne, duvara bakma.” “Toprağı sevmiyorum Sezen ben.” Dedi anne gözlerini ateş çiçeğinin saksıdaki toprağına dikerek. “Toprak bana ölümü fısıldıyor, Sezen. O toprakta ölüler yatıyor. Sen de bir gün yatacaksın. Şimdi gel diyorlar. Şimdi.” “Anne bakma oraya, guguklu saate bak, bak saat iki olacak, guguk saklandığı duvarlarından çıkacak…” Anne guguklu saate baktı, guguk saat iki dedi. Annesi guguklu saate bakakaldı. Sezen’in annesinin son bildiği saatin iki olduğuydu. Sezen’in ilk bildiğiyse korkuydu. Her şeyde önce sebepleri bilmeden hep sonuçları yaşadı. Neden korkuyordu ki?

***
"Annem olmasa doğmazdım. Ölmeseydi annem böyle korkmazdım.” Örümcek teyze dantelinin yarısını bitirdi. Guguklu kuş bir saat daha yaşlandı.

Bunaltı, bunalım…
Hayatı yaşayamama hastalığına mı yakalanmıştı? Korkularını yenemeyen bir hayat savaşçısı mıydı? Ya da aynı noktaya takılıp kalma hobisi mi vardı? Bunalımın tüm iyi anıları, tüm yaşam enerjisi korkutup kaçıran çığırtkan sorularıydı bunların hepsi. Bunaldı duvarın kollarında. Tozlu koltuk tozları boğazından yaşam iksiri havanın geçmesini engellemeye başlamıştı artık. Kalktı. Pencereden baktı. İnsanlar akıyor sokaklarda. Her birinin bir derdi var, birbirlerinden habersiz. Her birinin bir derdi var, diğerini alakadar etmeyen. Her birinin derdi bir diğeri için saçma olan. Bu düşüncesini sevdi. Belki değişim için bir adım atabilirdi, böyle düşünebildiğine göre hayatı güzelleştirebilirdi.
Bunalım…

Örümcek teyze bitirdi dantelini. Boydan boya örtmüştü kartonpiyeri. Sevdi evini.

3 yorum:

cnem dedi ki...

ne güzelde yorumlamışsın son paragrafda herkesin farklı bir derdinin olduğunu ve hiçbirinin birbirini bağlamadığını.doğru söylüyorsun aslında.küçük çocuğun derdi oyuncaklarıdır,ergenlik çağındaki bir kızın derdi sivilceleri ya da genç delikanlının sesindeki ergenlik dönemi gelgitleri derttir başına.oysaki başkaları için bunlar dert değildir.kimi açtır,kimi işsiz,kiminin içecek suyu bile yoktur,kimi son yoldaşını da kaybetmiştir hayatta.mehlikacığım gerçekten güzel bir yazı olmuş,hoşuma gitti böyle yazmaya devam et,sakın bırakma olur mu?

Mavisel dedi ki...

tamam bırakmam ;)
ama siz de okumayı bırakmayın ;)
hele de siteyi kurunca tüm ahbapları topla üyeliğe ;)

ya bi de yorumlar yazıyı geçmese!!! ;)

şiirlerinizi de bekleriz hani ;)

Pınar Özcanlı dedi ki...

Mehlika hikaye çok güzel, ben çok beğendim. En başta yazdığın "Bulaşık suyu gibi hava." cümlesi bile çok güzel. Geç okuduğum için üzüldüm doğrusu. Resim de pek uymuş. Tebrik ederim efem.:)

eksikhece.com

Artık http://eksikhece.com 'dayız!!!