8 Temmuz 2007 Pazar

Gazoz Kapağında Masal

Gidebilirdim, gidebilirdim belki de yeniden. Gazoz kapaklarını ellerime bastırıp koşabilirdim, kaldırımdaki düz çizgilere basmadan. Unutabilirdim tüm kavgalarımızı, yine bir akşamüstü gece günün kapısına dayandığında salıncakta o şarkıyı dinlerken. Kaçabilirdim bilmediğim sözcüklerden yine. İsmini bağırabilirdim arkasından sadece onun anlayacağı bir dilde. Işıkları kapatin, ışıkları sessizce. Ellerimizi arkamızda birleştirip çocukluğumuzun, tebesirle çizilmiş bir seksek gibi kaybolduğunu görebilirdik birlikte. Köşedeki balıkçının tuttuğu bütün balıkları denize atabilirdik, daha deniz uyanmamışken.

Yanlış yere konmuş bir sol anahtarıyla başladı hayat. Çizgilerini kaybetmişti defter, çizgileri yoktu, sarmıştı notalar eskimiş sayfaları. Bilmediğim bir ezgi, yanlış bir zamana sürüklemişti beni. Kırgındı kelimelerim, unutkandi cümlelerim. Saçlarım kısa olmasaydı artık, her şey daha farklı olabilirdi belki. Her şey saçlarımı kestirmemle başlamıştı yahut bitmişti. Şimdi yine o gri merdivenin önünden geçerken, o şarkı apansızca sızıyordu, içimde hala kapanmamış bir sessizlikten. Bittiğini sanıyordum şarkının, kaçıp gittiğini sanıyordum bütün notaların. Yaşlanmıştı basamaklar, uykuya dalmıştı soluk bir grinin üzerinde. Maviydi o zamanlar gök, gri bulutlar ağlamazdı üzerimizde. Hırkamızı unutup kaçardık, açık bırakırdık bahçe kapısını hep. Küçük bir zaman takılırdı peşimize, biz ondan kaçardık, unuturdu bizi zaman. Çimlerin üzerindeydi bütün turuncu günler, saçlarım uzundu.

Silmek isterdim oysa ben, eskimiş gazoz kapaklarını, uykuya dalmadan önce gülünen onca zamanı. Silmek isterdim salıncakta kusana kadar sallandığımız baharları. Bahar turuncu bir rüzgar gibi gelip arkamızdan eserdi. Papatyaları sevdiğim için güzeldi belki de bahar. Elleri kanardı yalnızlığın sarılmazsak ona. Elleri yoktu ki yalnızlığın deyip geçebilirdim o zaman, uzun uzun düşünmeden. Gitmezdi belki, gitmeseydi çamurdan yemek yapardık yeniden.

Aynı merdivenin aynı basamağında oturuyorduk o gün yine. Son`ların sadece filmlerde olduğunu zanneden küçük ruhum, bütün kaldırım taşlarını saymıştı, o konuşana kadar. Bakmak istemiyordum zaten. Görmek istemiyordum kakülerinin gözüne gelmesini. Konuşmayacaktı belki de, konuşmayı bilmezdik zaten biz. Şarkı söylesem geçmezdi. İçimdeki farkı bir şeydi, yeni yeni tanıdığım. Tren o saçma sesiyle yeniden yaklaşıyordu istasyona, trenleri severdim önceleri. Ama artık sevmem trenleri, uzayıp giden kırmızı vagonlarını. Elleriyle oynayıp duruyordu. Dengesizdi. Uzundu saçlarım.

“Trende hiç uyumadan etrafıma bakıp sonra oraya vardığımızda sana mektup yazacağım. Babam tren yolculuğunun çok güzel olduğunu söyledi.”

Konuşacak bir şey bulamadığımdan sustum. Kaldırım taşlarını dördünce kez yeniden saymaya koyuldum.

“Bu şekerleri bana mı getirdin?”

Elimdeki rengarenk şekerleri yere atıp parçalamak, sonra üzerine basmak istedim birden o an. Sustum. İçimde takılmıştı bir şey.

“Yazları hep geleceğiz, salıncakta şarkı söyleyeceğiz yine.”

“Uzak mı orası?”

“Koşarak gidilmezmiş, babam öyle dedi.”

Ardından çantamın içinden çıkardığım küçük bir poşeti verdim ona. Beceriksizce kaplamıştım çok sevdiğim kitabımı.

“Bu, gidiyorum diye mi?"

“Kitabım vardı ya hani benim, sen çok istemiştin, ben okudum çok kez, sanırım sende kalabilir.”

Çarpık gülümsemesi yüzünde belirmeseydi tutabilirdim kendimi, ağlamazdım belki. Avuçlarımdaki şekerleri de kucağına bırakıp dengesizce kalktım oturduğum basamaktan. Başım dönmüyordu, garipti, gözlerimde dünya dönüyordu sanki.

“Yarın geldiğinde trenden el sallayacağım sana.” dedi gittikçe azalan sesiyle arkamdan. Koşarak yaklaştı yanıma. Ağırdı adımlarım, küçücük bedenimi bile zor taşıyordu ayaklarım.”

“Gazoz kapaklarını biriktirdiğinde geri döneceğim.” dedi garip bir fısıltıyla. Bu yüzdendir ki bilmem, hayal miydi gerçek miydi söylediği.”

Yine anlamsızca aynı noktada duruyordu ayaklarım. Gittiğinde kestirmeseydim saçlarımı şimdi koşarak uzaklaşabilirdim buradan. Eskimiş her şeyi birden silebilirdim belki de. Eğer uzun olsaydı zaman, kırmızıyı sevebilirdim. Bir tren sesi uykusuzluğa mahkum etmezdi o zaman beni. Trenleri sevmem ben, özellikle uzayıp giden kırmızı vagonlarını ve o zamanlar bile bütün gazoz kapaklarını biriktirsem de geri gelmeyeceğini biliyordum onun.

6 yorum:

Mavisel dedi ki...

beğendiğimi söylemiştim değil mi? bir gün beğenmedim bir şey yazarsan onu da söyleyeceğim...

Pınar Özcanlı dedi ki...

Bir kere soylemistin sanirim, hani cop kutusuna attigim.:)

Raif dedi ki...

çok güzel bi yazı olmuş.Bizi ağlatcakmısınız.Bide rengarenk yazılarından alabilirmiyiz mümkünse mehlika'dan sonra özel istekte bulunan ilk kişi oldum sanırım:)

Raif dedi ki...

çok güzel bi yazı olmuş.Bizi ağlatcakmısınız.Bide rengarenk yazılarından alabilirmiyiz mümkünse mehlika'dan sonra özel istekte bulunan ilk kişi oldum sanırım:)

Mavisel dedi ki...

Ben burda kural dışı hamle görüyorum: neden 2 tane aynı yorum , yorum sayısını artırmak için değil mi... ;)
Tabi Pınar yazar da güzel olmaz mı...

Mavisel dedi ki...

Pınar evet çöp kutularına kağıt attığından dolayı, -kağıt atıklar çöp değildir- bi daha -temacı olduğumdan dolayı- söyleyemedim kötü yazdığını :P ;)

eksikhece.com

Artık http://eksikhece.com 'dayız!!!