17 Eylül 2007 Pazartesi

Hidrojenini Kaybeden Yıldızlar, Kar Taneleri ve Gizemi

Hava kararmaya başladı. Yine yıldızlar çıkacak, yine sayılacaklardı birer, ikişer ikişer.Kaydıklarında ise dilek tutacaktı içinden ama olmadı.Havanın birden kararması onu şaşkınlığa uğrattı.Oysa o gökteki en küçük yıldızdı.Onun adı da Gizem’di.O koca koca yıldızların arasından kendini zor buluyordu.Ama havanın birden kararması işine gelmemiş değildi.Çünkü kendini daha net seçebiliyordu.Gizem düşündü, keşke hep karanlık olsa da, kendi yıldızımı görebilsem.O yıldız öyle bir yıldızdı ki Gizem onun ışığı altında aydınlanıyor.Onun altında büyüyor ve olgunlaşıyordu da.

Gizem belki de bir tohum tanesiydi, yerde bitmek üzere olan.Küçüktü, evrendeki küçük şeylerdendi.Çünkü küçüklük ona mahsustu.O küçüktü; ama sadece düşüncelerinin boyutu büyüktü, aynı zamanda da sınırsızca düşünüyordu.Düşündükçe keşfediyordu evreni ve hayatı.Düşünmekle kalmayıp araştırıyordu da.Önce sınıflara ayırdı evreni.Yıldız olup gökte duracaktı, sonra da kar taneleriyle buluşup, dünyaya ulaşacak, toprağa düşmesiyle yerdeki tohuma can suyu olacaktı.Farkına vardı ki yıldızların da hayatı varmış.Onlarda yaşar, onlar da ölürmüş.Özellikle içindeki hidrojen gazları helyuma dönüştüğünde başlarlarmış ölmeye.Ama en ilginci de, onları öldüren he gazı aynı zamanda onlar için birer yaşam ve parlaklık kaynağıymış.Gizem yine sorgulamaya başladı.Peki, neden kutup yıldızı en parlak yıldız olmasına rağmen ölmüyordu?Neydi kutup yıldızının ‘gizem’i.Okuyordu Gizem,okudukça düşünüyordu.Düşündükçe yıldızları kalbinde hissediyor ve küçücük parlaklıkla yazıyordu içinden gelenleri.Yıldızdı, küçüktü, dünyaya başka alemden bakıyordu.Bir gün o da karışacak mıydı dünyaya?Ama baksana yıldızlar da insanlar gibiymiş.Yoksa hep yaşamalı mıydı göklerde.İnsanlara bakarak, yıldızlarda yaşayarak, olur muydu böyle bir hayat.

Hava çok karanlıktı.Birden bir ışık parladı dünyadan.Bir film ışığıymış meğerse parlayan.Gizem izlemeye karar verdi filmi.Oturdu dünyanın karşısına, kendine taktığı alıcıyla işe koyuldu.İzlediği film, kısa bir filmdi.Zaten hayat da kısa değil miydi?


Kar taneleri başladı.Ah, ne de güzel. İşte Gizem kar tanelerine tutunup inecekti yeryüzüne ve o tohuma hayat verecekti.Ve film başladı.Gizem ve tüm evren aniden sustu.Çünkü filmde küçük bir kız vardı ve uykusundan uyanıyordu.Filmde gün aydınlanıyordu.Gizem’in de hayatı da öyle.Küçük kız uyandı ve babasının holdingine gitti.Bir şeyler planlıyordu.O da küçüktü Gizem gibi ama planları büyüktü, hem de çok büyük.Babasının holdingleri ise gecekondu mahallesinin karşısındaydı.Küçük kız, ailesini alıp yardım etmeye gidiyordu onlara.Sırtındaki mantosunu bile vermişti oradaki çocuğa.Dünya bu kadar garip, bu kadar çelişkilerle mi doluydu diye düşündü Gizem.Ama çelişkilerde birer gerçekti.Ve ertesi gün olmuştu.Ne diyordu Ömer Hayyam:

Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden,
Her şafak bir hırsız gibidir,
Elinde bir fenerle gelen.

O gün de elinde bir fenerle gelmişti.Film devam ediyordu küçük kızın ‘uyanışı’ ile.Kalktı, bahçeye doğru yürüdü ve ‘merhaba’ diye haykırdı.Haykırmasıyla da film orada sona erdi.Bu film böyle bitmemeliydi diye söylendi Gizem.Bu kadar erken bir bitiş olamazdı diye.Daha her şeye yeni başladı küçük kız.Eee, ne yapalım adı üstünde kısa film işte sesleri yükseldi birden kulağına ve bir laf çıktı ağzından Gizem’in.Kar aynı kardır, fakat farklı yerlerde farklı tablolar çizmiştir.Yorumlamaya başladı Gizem, daha ayak basmadığı dünyadaki kar tanelerini.Zenginin semtine de uğramıştır kar, fakirinkine de.Fakir de sefaleti, çileyi çizmiştir tablosuna oysa zengin de mutluluğu ve lükslüğü çizmiştir.Zengindeki mutluluk da bulaşmıştır fakirinkine.İşte bunları düşündükçe kar tanelerine tutunası geliyordu Gizem’in.Çünkü kar taneleri de insanlar gibidir.İnsanoğlunun nasıl görünüşü, ses tonu, kişiliği farklı farklıysa ve bu da farklı bir yaşam stili doğuruyorsa; kar tanelerinin de geometrik yapıları tamamen birbirinden farklıdır, tıpkı insanlar gibi.Küçük kız ‘merhaba’ demişti ya.İşte Gizem keşfetmişti o yedi harfi sözcükte iyiliğin gücünü, keşfetmişti kar tanelerinin sırlarını,keşfetmişti…

Kar taneleri çözüldükçe, çözülüyordu yaşamın sırları;çözüldükçe can suyu oluyordu o tohuma ve kar hala aynı şiddette yağıyordu Gizem’in dünyasına.Tutunmalıydı onlara, can suyu olmalıydı tohuma.Tohum da dev gibi bir çınar olmalıydı toprağında.

Yavaş yavaş aydınlanıyordu hava.O hava Gizem’in düşüncelerini de aydınlatıyordu.Neydi yaşadığı bu evrenin ‘gizem’i sordu kendine.İki seçenek sundu evren:

“Ya dedi, insandan yola çıkarak beni keşfedeceksin;
ya da benden yola çıkıp, insanı keşfedeceksin.”

Keşfetmişti Gizem hayatı, evreni, keşfetmişti yıldızları ve kar tanelerini.Bir nesne bir insandı ona göre, ama insan yine insan.Çünkü ne diyordu Mevlâna:

“Can konağını armadaysan, cansın;
Bir lokma ekmek arıyorsan, ekmeksin.
Şu nükteyi biliyorsan,
İşi biliyorsun demektir;
Neyi arıyorsan osun SEN.”

Neyi arıyordum ki ben diye sordu Gizem.Evreni arıyordum, evrende de kendi gizemimi.

Hava birden aydınlamaya başladı.Düştü yıldızın ucundan Gizem aydınlığa.O aydınlıkta kavuştu kar tanelerine ve toprağa ulaştı.Can verdi, hayat oldu o tohuma.Ve bir bilge yanaştı o tohumun yanına.Kendi kendine konuşuyordu toprağa bakıp.Ne diyordu biliyor musun:

“Bilge, yüce varlığın seyrine dalar.
Gafil ise, onda dostluk düşmanlık arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır.
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.”
Ömer Hayyam

Gizem Kurular

Hiç yorum yok:

eksikhece.com

Artık http://eksikhece.com 'dayız!!!