2 Haziran 2007 Cumartesi

Siyah, Artık...

Tıpır tıpır cama vurarak yağmur yağdığını hayal ediyorum, elimde kahvem So Feel Autumn Rain çalıyor. Ama sadece hayal ediyorum, çünkü ne yağmur camıma vurabilir ne de ben kahve severim. O yüzden bu kadar basit bir hayali bile gerçekleştirme şansım yok. Sadece şarkıyı dinleyebiliyorum ve dinlerken bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Masamın her yerine dağılmış çikolata ambalajları boş bardaklar, kağıtlar ve kalemler var. Üstünde çalışmaya yeni başladığım basit bir resim yüzünden oraya buraya saçılmış zavallılar. Resim asla bitmeyecek sıkılacaksın diyor içimden bir ses. Başka bir ses de sıkılsan da sıkılana kadar geçireceğin iyi zaman uğruna devam et diyor. Ama o sadece taslak halde şu an da onu ektim bu akşam da. Ekme nedenim ise arkadaşlarımdı. Onlarla birkaç satır konuşabilmek adına her şeyimi verdiğim arkadaşlarım. Ama hiç birisiyle konuşmayı başaramadım uzun zamandır olduğu gibi bu akşam da. Neden böyle oluyor bilmiyorum ama artık onlarla konuşmak istemiyorum sanki. Daha doğrusu onların benimle konuşmalarını istiyorum. Eğer ilk onlar başlarsa konuşmaya beni umursuyorlar diye düşünüyorum. Tersi olmuyor artık, tersinden bahsetmeye gerek yok.

Saçma sapan şeylerden bahsettiğimin farkındayım ama yazma ihtiyacı hissediyorum, uykusuz geçirdiğim vakitleri paylaşacak kimseler beni hayatlarından atıp yeni hayatlar kurduklarından beri hissetiğim bir ihtiyaç bu. Belki saçma gelebilir ama yazı yazarken beni anlayan beni avutan birileriyle konuşuyormuşum gibi geliyor. Hele bir de yazılarıma olumlu tepkiler alabilirsem…

İnsanın yazdıkları hakkında olumlu sözler duyması çok hoş bir duygu, özellikle de sadece yazıp çizdikleri beğeniliyorsa insanın. Böyle insanlar için yazmak ve çizmek bir süre sonra yaşama amacı haline geliyor. Çoğu yazar ve ressamın yaşam amacının meslekleri olması yalnız ve uzak hayatlar sürmelerinin nedenleri de bu sanırım. Bu tecrit edilmişliği kendimde görüyorum. her şeyden çok kendime sanatçı diyebilmemin en büyük nedeni tecrit edilmişliğim.

Tecrit edilmişlikten söz açmışken; aslında hiç de hoşuma giden bir şey değil insanlardan uzak kalmak, aralarına katılamamak ya da koca gün köhne bir odada tek başına hayaller kurmak. Hatta sadece “bir insan olarak bana” bile ters bir olgu, çünkü insan toplu olarak yaşaması karşı cinsle iletişim kurup üremesi için yaratılmış bir mekanizma. Dişliler birbirine geçmezse Tanrı’nın kurduğu bu büyük fabrika çöker. Genelde tek bir dişte herhangi bir sorun olursa ufak tefek problemlerden başka bir şey olmaz ama genel bir arıza olursa yani toplum bireyselleşmeye başlarsa sonuç yıkım olur, kıyamet de herkesin bireyselleştiği bir ortamda gelecektir büyük ihtimalle… Bu açıdan ben kıyamet habercisiyim sanırım. Çünkü sadece kendim yalnız kalmakla kalmıyorum, ilişki kurduğum herkesin hayatını da berbat ediyorum. Diğer dişleri kıran başına buyruk bir dişliyim belki de evren dediğimiz şu koca fabrikada. Bu yüzden ölme zamanım gelene kadar benden uzak durun, ben elimden geleni yapıyorum sizleri korumak, kıyameti engellemek adına. Bunun için bana teşekkür bile edebilirsiniz.

Peki neden böyleyim? Bunu bir çok kez düşündüm, her ne kadar elimde kahvem olmasa yağmur da yağmasa da camdan dışarı bakarken genelde böyle şeyler düşünüyorum. Tabii karşıda elimi uzattığımda değebileceğim teyze çıkıp “evladım yatsana bak sabah ezanı okunuyor” demediği zamanlarda. Bu düşünme fasıllarının sonunda da bir kaç şey elde ettim kendime dair. Ulaştığım somut noktalar ise pek iç açıcı değildi; ben yalnızdım, çünkü başkalarının mutluluklarını kıskanan bencil, ukala, şımarık, bir tek kendini problemli sanan özgüven eksikliği çeken bir bireydim. Kendim hakkında bunları öğrendiğimde gerçekten sevinmiştim açıkçası, çünkü insan hatasını anladığında onları düzeltmek için ciddi bir mesafe kaydetmiş demektir. Tabii düşünürken atladığım kocaman bir nokta vardı, ben garip bir şekilde, bu halde olmaktan zevk alıyorum! Evet kendimi berbat hissetmekten, ne kadar kötü bir insan olduğumu bilmekten zevk alıyorum. Bu yüzden de asla huylarımı düzeltemeyeceğim. Düzeltemediğim sürece de yalnız kalmaya ve yalnız ölmeye mahkumum, çünkü insanlar her zaman doğru insanı bulurlar, ben ise yanlış insanım. Tanrı her Adem’e bir Havva verdiğini iddia etse de bana yalnızca hava vermiş.

Sanatım, yalnızlığım, tüm kötü huylarım ve bencilliğimle, bu saçma sapan yazıyı yazıp sizlere okutabilecek kadar duyarsızlaşmış bedenim ve ruhumla;

Semih Karacan, benimle ne olduğumu bilerek arkadaş kalın.

1 yorum:

Mavisel dedi ki...

Her şeyden önce çok ilginç bir yazı, acaba yorum yazmalı mıyım diye de şüphe ettim sanki yorum 3. bir kişi olacaktı senle sen arasında ama yazıyorum işte :P
Başta, ki yazının sonunda ismini verip bir öneride bulununcaya kadar, kahramanın sadece bir yazı kahramanı olduğunu düşünmüştüm. Ama yanılmışım bilmiyorum kendinle ilgili her şeyi bu kadar açık yazmak büyük bir cesaret! Aslında yazmak değil okutabilmek ;)
"Tanrı her Adem’e bir Havva verdiğini iddia etse de bana yalnızca hava vermiş." bu cümle çok hoş olmuş, tabii senin açından bakarsak durum kötü gibi gözükebilir fakat bana kalırsa kendin olabilmeyi başardıktan sonra yalnız kalmak da pek sorun değil. Ama buda hayata farklı bakıştan kaynaklanan bir şeydir sanırım.
Kısacası yazı ilginç, yorumda saçmalamış olabilirim. Umarım yakın ve doğru bir zamanda sahip olduğun hava Havva’ya dönüşür…

eksikhece.com

Artık http://eksikhece.com 'dayız!!!