11 Mayıs 2007 Cuma

Şimdi Biz Katil miyiz?




Gazete sayfasını açtım. Cansız bir beden, cansız bir bebek bedeninin fotoğrafı… Yanında bir kadın muhakkak o da ölmüş. Kadının ölmeden önce yaşadıklarını sanki biliyormuşçasına beynimde bir film dönmeye başladı. Filmde; kadın bebeğini beşiğinden kaparcasına aldı, duvar dibine sığındı, dua etmeye başladı. Kendisini bu denli çok korkutan, bebeğinin yaşamını sınırlandıran, güzel günlerini elinden alan bu savaşı çıkaranlara lanet etti. Sonra hızla kapısı açıldı, kapısının açılmasıyla kalbinde ateş hissetti. Her şey soldu ve soğudu. Bebeği son hıçkırığını yaşamın sonsuzluğuna verdi. Savaş yumağı olan bu dünyadan sonsuza kadar ayrıldılar. Onlar da ‘Sessiz Gemi’ ye bindiler. Gazeteyi katlayıp yerine koydum. Düşündüm. Bu dünyada düşünmek için vardım. Bu fotoğraf niçin beni bu kadar etkilemişti? Yoksa bu ölüm, bir terazi olan dünya dengesinin bozulduğunun bir işareti miydi?

Evet, dünya bir terazidir. Bir kefesinde iyilik bir kefesinde kötülük… Yaşam var oldukça iyilik de kötülük de olacaktır. Çünkü kötülük olmadan iyilik kavramı var olamaz, önemi bilinmez bu sebeple eğer insan yaşamak isterse her ikisini de dengede tutmak zorundadır. Anlayışsızlığın sonucunda patlak veren savaşlar, bu dengeyi en çok bozan etmendir her halde. Savaşlar insanı insanlıktan çıkarır, doğru düşünmeyi sınırlandırır, karar verme yeteneğini yok eder. Bir robotmuşçasına ölüme endekslenmiştir insan savaşta. İş böyle olunca ortada ne insanı insan yapan hoşgörü ne de anlayış kalır. Hâlbuki dünya ne kadar hoşgörü ve anlayışla sulanırsa o kadar canlı, renkli ve güzeldir. Aynen sevgiyle sulanmış bir gül gibi. Evet, dünya bir denklemdir. Denklemin bilinmeyenleri iyilik ve kötülüktür. Eğer denklemin sonucunda yoğun negatifle yani kötülükle karşılaşırsak emin olun o zaman karanlıkta bilinmeyen bir sona doğru gidiyordur şu güzel olmayı hak eden dünya.

Kim bilir hoşgörüsüzlük yüzünden kaç kişi eğitim göremedi, sağlıklı yaşayamadı, ruhsal sıkıntıya - depresyona girdi ve sonunda tren yolculuğu olan şu dünya hayatında, son durağın bir bataklık mı yoksa bir gül bahçesi mi olduğunu bilemeden trenden atladı ya da atıldı aynen fotoğraftaki bebek ve annesi gibi.

O fotoğrafı hatırladıkça gazeteye bakmaktan korktum haberleri izlemekten de. Üstünde yaşadığımız bu terazinin ne hassaslığı ne dengesi kalmış. ‘Dünyalı olmak’ her ne kadar kendimizi övecek UFO’lar bulamasak da, ‘dünyalı olmak’ çok güzel bir şey olmalıydı. Çünkü bir ozon tabakamız vardı ama dur! O ozon tabakamız insanlığın anlayışsızlığı yüzünden her geçen gün inceliyor. Bin bir tür hayvanın evi Afrika’mız vardı, o da hoşgörüsüzlük yüzünden horca tüketiliyor, asalak kılığına girenler tarafından kanının son damlasına kadar emiliyor. Bir daha fotoğraf görmek istemiyordum ama gerçeklerden kaçılamaz! Korktuğu şey insanın karşısına daha çok çıkarmış aynen benim karşıma bir Afrikalı çocuğun fotoğrafını çıkması gibi. Fotoğraftaki çocuk çok zayıf o kadar zayıf ki derisiyle kemikleri bütünleşmiş biçimde, yanında bir akbaba. Belli ki akbaba bir saat içinde yiyeceği yemeğinin tamamen cansız kalmasını bekliyor. Fotoğrafın altında bir yazı, yüreğimi yerle bir eden, ‘Ah şu dünya!’ dedirten yazı “BİR MAHALLEDE BİRİSİ AÇLIKTAN ÖLÜYORSA ÖLENİN KATİLİ TÜM MAHALLE SAKİNLERİDİR.” Ben şimdi katilim. Dünyalıların hepsi katil çünkü o çocuk şimdi akbabanın kanında dolaşıyor. O çocuk, anlayışsızlığın – hoşgörüsüzlüğün kurbanı. Gözü sadece daha çok para ile gören, para ve zevkle gözlerinin önüne set çeken insanlar o çocuğu görmek istemediler ve ölümüne sebep oldular. Sadece o çocuk değil görülmek istenmeyen. Görülmek istenmeyenler Mozambik, Zambiya, Lesoto, Etiyopya gibi ülkelerde açlık sonucu ölümle karşı karşıya kalan 38 MİLYON İNSAN! Buralarda taş kemiren nice insan varken –gelişmiş- dediğimiz birçok ülke silahlanmaya kat trilyonlar yatırıyor ve işte bizim dengemiz bu yüzden bozuluyor.

Demek ki insan vicdan azabı çekince bazı şeyleri daha iyi anlıyor. Savaşlar bize açlığı, sevgisizliği getiriyor. Birbirini sevmeyen binlerce insan boş boşuna konuşuyor çünkü birbirlerini sevmedikleri için anlayışsızlık edip dinlemiyorlar. Eğer insanlar bir birlerini dinlemezler ise sonuçta ‘dünyalıyım ben, yaşasın!’ diye bir cümle hiç kimsenin ağzından çıkmıyor. Ne yazık ben söylemeyi çok istiyorum ve ben istemiyorum artık yüreğimi yerle bir eden fotoğrafları görmek, haberleri izlemek!

Niçin insanlar beceremez ki birbirini dinlemeyi? Neden dünyamız hoşgörünün oluşturduğu sağlam temel üzerine oturtturulamaz? Hiçbir şey imkânsız değil! İmkânsızı görmek Mehmetlerden birini Fatih yaptığı gibi biz insanlığı da kendisiyle, dünyasıyla gurur duyan bireyler yapabilir. Hiç de zor olmamalı şu hayalimizdeki dünyayı oluşturmak. Vicdanımız ve sevgimiz, aklımız ve yüreğimiz birlik olsun. Gözlerimizdeki perdeyi aralayalım; Berlin Duvarının yıkılması gibi biz de dünya üzerindeki o labirentleşen ve aramızda virüs gibi yayılan bencillik ile kin duvarlarını yıkalım. Duvar yıkıntılarını uzay boşluğundan atalım sonsuzluğa. Bir daha gezegenimizde yapılaşmasın diye. Su ile yağ gibi olmasın toplumlar; birbirinin üzerine çıkıp çıkıp inmesinler homojen olsunlar. Birbirlerine ‘insan’ oldukları için değer versinler. Katranla kar durabilir mi yanyana? Bahtsız o kişidir ki cinsi olandan ayrılıp da hani diğer yarısına özlemle susadıkça susar ya... Aramızda sevgiden duvarlar kuralım; halattan olmasın, kasırgadan, selden etkilenmeyen köprüler olsun bunlar. Bu köprüler hep işlek olsun, yoksa bencillik duvarları göğü deler göremez, sevemez oluruz birbirimizi. Yoksa kendi ayıplarımız dururken başkalarınınki hakkında konuşuruz. Göremez, sevemezsek birbirimizi sana gelmeyene sen gitmezsin, sana vermeyene sen vermezsin ve sana zulmedeni affetmezsin. O köprüler için mimar olman gerekmez, elini tuğlaya, çimentoya, kerpiçe bulaman hiç gerekmez. Onlar için aç bir çocuğun fotoğrafını gördüğünde vicdanının sesini dinlemen, seni kötü yönde eleştireni duyup olanlara sabretmen, kendi yanlışlarını bilip konuşman, sarhoş gibi olmayıp hürriyetlere saygı göstermen yeter. Gönül almayı, paradan, zevkten, nefsinden üstün tutman yeter. Mevlana’nın söylediği gibi; “Sen, varını yoğunu, malını mülkünü ver de bir gönül al. Al da o gönül, mezarda o kapkara gecede sana ışık versin, nur versin. Mutlu olmak, manen yükselmek istiyorsan; gönüller almaya, gururu kibiri bırakmaya bak.” Bizi maneviyat olarak yükselten bu değerler aynı zamanda bizi ‘insan’ yapan değerlerdir. Eğer ağzımızdan çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından eğilip bükülmesine de katlanabilirsek, biz öyle bir dereceye yükseliriz ki yanımızda külçe külçe altınlar, yatlar, villalar basit kalır. Evet, orütbe ‘İnsanlık Rütbesi’. İşte o rütbeyi de aldıktan sonra ne ben haberlerden fotoğraflardan korkarım ne de bir bebek uykusundan alı konur ve böylece nice akbabalar vejetaryen olur.

İmkânsız değil dengeli dünya! Sadece emek istiyor ve tüm insanlığın iş birliğini. Bu yüzden kan gölü üreten savaşlara, kalplerdeki taşlara, beyinlerdeki örümcek ağlarına, ceplerdeki paranın hükmüne son verelim. Yerine barışı, sevgiyi, bilimi, anlayışı koyalım. Bilelim ki onlar bizim işimize daha çok yarar.

1 Aralık 2002

4 yorum:

Unknown dedi ki...

İyi bir şey yapmak için iyi sözler söylemek yetmez dinlenmen gerekir ki bunun içinde güçlü olman gerekir çünkü insanın mizacı budur güçsüzü sevebilir ama saymaz güç illa para silah değildir mesela sevgide bir güçtür ama sonuç itabari ile güç güçtür! Baş döndürücü bir dizi hisle sarar seni ve önemli olan bu güce sahip olanın kim olduğudur... Yani uzun lafın kısası eğer bunlara dur demek istiyorsak önce yurdumuzdakilere dur demeli güçlenip onları yapanlara dur demeliyiz yoksa sadece rüyasında sayıklayan bir ayyaş kadar tesir eder laflarımız.

Mavisel dedi ki...

Siyasete mi girdik? :) Ucundan dokunduruyormuşsun az kalsın ;)
Evet, güç olarak olarak görmek istediklerimiz güçtür, benim de şu an gücüm kalemim ;)
Dünyada güç, inkar edemeyiz ki öldürebilme yetisindeki -aç bırakarak, silahla vs.- insanlar.
Sevgi de iyiliğin gücüdür, keşke "bütün dünya buna bir inansa..."
Önce yurdum diye ayırmam ama ben, tüm dünya benim yurdum, sınırları sevmiyorum.
Yorumun için teşekkürler Alper ama yine 2 yazıyı okumamışsın(diğer sayfalara bakmaya ne dersin ;) )

Unknown dedi ki...

İmkânsız değil dengeli dünya! Sadece emek istiyor ve tüm insanlığın iş birliğini.bu cümleler bana 'işte bu ya' dedirtti.evet gerekli olan tek şey herkesin bir konuda birlik olması.yazını çok beğendim mehlika 2002 yılında yazmışsın ama bugüne kadar hiç değişen birşey olmadı hala aynı umutları taşıyoruz ama gerçekte birşeyler yapmamız gerekmiyor mu?sabrımız taşmadı mı artık, sınırlarımız zorlanmıyor mu?daha ne kadar devam edecek böyle dediğin gibi hoşgörü yoksunluğundan kaynaklanan facialar??

Mavisel dedi ki...

Evet, "işte bu ya..." sesini duydum gibi :)
Eski bir yazı üzerinden yaklaşık 5 yıl geçmiş, ve hiç bir şey değişmemiş! Yine bir yerlerde birileri açlık yüzünden ölmekte biz tokken; yine bir yerlerde bebekler can vermekte; hayaller, umutlar yıkılmakta...
Yazmak çok kolay, ben işin en kolayını yapmışım, ama artık bunları düşündüğüm zamandan 5 yaş daha büyüğüm ve kendimi kanıtlayacak noktaya gelmek üzereyim. Sonuçta zaten bizim yapacağımız meslek de insanı yaşatmak,umarım ki bir kaç yıl sonra bilgilerimiz ve becerilerimiz yerine oturduğunda beraber bir şeylere gönüllü olabiliriz ;)
Okuduğun ve yorum yaptığın için sağol Gülfiz!

eksikhece.com

Artık http://eksikhece.com 'dayız!!!